1-Özet

İlgili sözcükler: Dil, Tanrı, Dan, Trundholm Sun Chairot ( güneş çarkı), At, At ve dil, düşün bilimi, dil düşün bilimi, Türkçe, Güneş dili Türkçe savı, Mit bilimi, söylence bilim.

Değerli okurlarım, şimdiye kadar çalışmalarımızda Türk damgalarından ve yazıtlarından çeşitli örnekler işlenmiş, çözümleri de önerilmişti. Ulaşıp incelediğim kaynaklara göre bu çalışmalarda hiçbir araştırmacının neredeyse değinmediği biçimde, damgalarımızdan bir bölümünün anlamının, yorumunun da işlendiğini gördüm! Ne yazık ki ne yurdumuzda, ne de dışarıda pek çalışma yok! Yetersizdir bu çalışmalar. Bu görüş dil bilimci bir profesörün de görüşüdür; hemen özenci birisi ne anlar şeklinde yaklaşılmaz umarım! Örneğin D damgasının durmak, direnç anlamında; NG çift sesli damgasındaki “N” in gök olduğu belirtilmişti. Bunlar ilktir görebildiğim kadarıyla! Yay biçimindeki damgamızın da gök ya da “AN” olduğunu yazmıştık. Gürbelcin Uul yazıtı çalışmamızda Tanrı sözcüğünün güneşle ilgili olduğu çözümlenerek önerilmişti. Ek bilgi olarak “Sümer” ya da “Kenger” diye bilinen dönemdeki yazıtlardan “AN” sözcüğünün göklerle ilgili ilah olduğunu vurgulayayım!

Umarım bu kez siz değerli okurlarımı sıkmayacağım. Ama göğe bakıldığında sanki önce ışığı görmüşçesine, sarsıcı biçimde şaşıracağınızı sanıyorum! Konumuz bir orta Avrupa ülkesinden arkeolojik bulguyu dil, dil felsefesi, felsefe açısından değerlendirmek! Türk dili, güneş dili Türkçe, Türk inancı açısından irdelemek! Umarım bu düşüncelerimde, savlarımda yanılmıyorum! Umarım ki gerçekler düşündüğüm gibidir! Bana göre hiç kuşkum yok!

Geride, bu görüşümü destekleyen sıradağlar gibi bilgi var aynı doğrultuda.

Bu çalışma dilin kökeni ya da doğuşunun anlaşılması konusuna başlangıç aşaması olarak değerlendirilmelidir. Benim için anlamı budur!

2-Çözüm

2-1 Çözüme ön hazırlık

2-1.a Çözüme dayanak buluntu

Not: Aşağıda yazılanlar bilgisunarda (internet) olduğu gibi, değiştirmeden eklenmiştir.

Görsel 1. a
Thurndholm Sun Chairot (Güneş Arabası) Fotoğraf – Danimarka Ulusal Müzesi.

https://en.natmus.dk/typo3temp/assets/images/csm_Solvognen-2000x1125_2a8b5502d4_b31baa362a.jpg

Not: Aşağıda yazılanlar bilgisunarda (internet) olduğu gibi, değiştirmeden eklenmiştir.

“Güneş Arabası, Eylül 1902’de, kuzeybatı Zelanda’daki eski bataklık Trundholm Mose’un ilk kez sürüldüğü zaman bulundu. Güneş Arabası, Erken Tunç Çağı’nda MÖ 1400 civarında yapılmıştır. Altın güneş diskini süsleyen zarif spiral süsleme, İskandinav kökenini ortaya koyuyor. Güneş Arabası, güneşin ebedi yolculuğuna ilahi bir at tarafından çekildiği fikrini göstermektedir. Güneşin hareketini sembolize etmek için tekerlekler üzerine bir güneş görüntüsü ve at yerleştirilmiştir.”

2-1.b Buluntunun kısa değerlendirilmesi

Güneş Arabası, güneşin ebedi yolculuğuna ilahi bir at tarafından çekildiği fikrini göstermektedir. Güneşin hareketini sembolize etmek için tekerlekler üzerine bir güneş görüntüsü ve at yerleştirilmiştir.”

Yukarıdaki paragraftan son iki tümceyi çıkarıp alıntıladım yeniden Bu anlatının değersiz ve buluntuyla ilgisi olmadığı kanısındayım. Bana göre acı gülmecedir.

Konunun “Ezoterizm” ya da eş anlamlısı olarak gizemcilikle, içrekle yine en küçük ilgisi yok!” Üzgünüm, okuyucuların genelde pek ilgisini çekmeyen ama yalın gerçek bilgiler var bu buluntunun ardında.

Ezoterizm, asıl gerçeklerin onu anlayabilecekleri için temel edilen bir öğreti sistemidir. Ezoterik, içrekçi, gizemci veya esoterik olarak da bilinir ve bilimsel veya töresel-dinsel öğretiler içerir. 

Ezoterizm nedir? Ezoterik ne demektir? » Felsefe hakkında her şey…

Anlağınızın bir köşesinde bilgi olarak beklesin bir süre; umarım çalışmanın sonunda savım ya da düşündüklerim anlaşılır: “Thurndhol Sun Chairot ya da Güneş Çarkı (arabası) adlı buluntunun ardındaki bilgi, dille ilgili olarak Tañrı sözcüğü (bilgi), bütün abecelerin ilk yazacı ‘A’ ve kalın ‘T’ bulunmakta. Ben başak hiç bir şey göremiyorum.

!

2-1.1 c Buluntunun yorumu, çözümlemede kullanılacak veriler, savlar, bilgiler

Yurdumuzda sevimli keçilerin Tanrı ile haberleştiğini yazan, Oğuz Kağan – Öküz benzetmesini yapan “Türklük bilimciler” den (!) sonra (*), Batıda da benzeri örnek görmek eğlenceli ve güzel! Bu Türklük bilimci (Türkolog) (!) diye bilinen kesim neden gülmece yazarlığını düşünmez ki? Çok daha başarılı olurlar! Yığınlar gülmekten yerlere yıkılırken onlar da hararlar dolusu ( büyük çuval) akçayı götürürler! İlahi at! (!). Çek götür şu güneşi ebedi yolculuğa! (!). Ama bir dakika; belli mi olur? (!). Türklerin simge canlısıydı at değil mi? Belli mi olur? Çeker mi çeker, çekebilmesi gerekli, çeksin n’ olur! (!). Bu kadar eğlence yeterli değil mi? Şimdi ağırbaşlı olalım! Ama tabi ki, bu sözler, yani “ilahi” atımızın yaptıkları, üzerinde düşünülmeye bile değmeyecek, mantığı olmayan bir görüşün belirtisi kanımca. Ya da sanrılı düşüncelerin mi desek? Çalışmamız bunu ortaya çıkaracak sanıyorum.

(*) Özenciyiz ya değerli okurlarla birlikte az eğlenmek istiyorum! Oğuz bilge soyumun olağanüstü güzel, derin bilgisidir çünkü! İleride yazacağım ve sözcüğün gerçek anlamını; özünü Türk ulusu görecek umarım.

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/143192

Bu ise yutulamayacak kadar acı olan acı gülmece videosu!

Elçin Öztürkoğlu, Halûk Tarcan, oğuz ve öküz konusu

“Her şey aslında çok açık ve kolay anlaşılır” bana göre ve öyle de olmalı. Konunun ya da bulgunun ne olduğunun anlaşılamaması, kabaca 33 yüzyıllık geçmişi olan “din” adı verdiğimiz (göksel, gökten indirildiği öne sürülen, gökten indirilen ilahi emir denilen; her şeyin yaratıcısı-düzenleyicisi bağımsız bir erk; “yaratıcı” olduğu varsayımına dayanan) öğretilerin etkisiyle, düşünüşümüzün kalıplaşmış olmasıyla ilgilidir; sonucudur.

Görüşüme göre, öncelikle “Dil Tanrısal kaynaklı” değildir! Başlangıçta dilin kökeni Tanrı kaynaklı düşünüldüğünde konu artık anlaşılır olmaktan sonsuza kadar çıkmış demektir. (Böyle olduğu onaylandığında, artık düşünmeye, dil düşünbilimine (felsefe) , dilbilime, kökenbilime (etimoloji) , anlambilime (semantik) , yorumbilime ( hermeneutik) ne gerek var ki? Bu düşünce artık gerçek olarak yerleşmiş durumda belleğimize ve artık aklı kullanmak ve bilmek olanaksızdır!) Bilgi, din denilen öğretilerin sözleriyle sınırlanmıştır!

Bu noktada iki değerli düşünürün sözlerini anımsayalım! Eğer çalışmaların sonunda ortaya konanlar özde değerli (gerçek) (*) ve dağarcığımıza yeni bilgiler katıyorsa bu görüşlere uygun olmalıdır:

-Ludwig Wittgenstein: “Bütün bir felsefe bulutu bir damla dil bilgisinde yoğunlaşır “

– Prof. Dr. Niyazi Kahveci: “ Soncullar, kendisinden önce gelen öncüllerin zorunlu ve doğal sonucu olmalıdır”. Umarız ki çalışmamızın sonunda bu bütünlüğe ulaşılmış olur!

Dilin tanımını yeniden ekleyelim ve çalışmamızda kullanacağımız için sürekli gözümüzün önünde olsun!

“Dil, ilk dili olacak düzeyde evrimleşmiş atalarımızdan başlayarak birey olarak kavrayabildiğimiz olup biten her şeyin; zaman, ortam (uzay-oylum), yön ve hareket ana değişkenleri kullanılarak benzetme aşamasını geçecek şekilde şekiller ve sesler ile oluşturulan izdüşümüdür!”

(*) Gerçek: “el ile tutulup göz ile görülecek biçimde tam anlamıyla var olan, varlığı hiçbir biçimde yadsınamayan, bir durum, bir olgu, bir nesne ya da bir nitelik olarak var olan.” Kısa ve yeni tanım öneriyorum. Gerçek, “Gaya” da ettiklerimizin (ger) Küneş’le çakışır durumda (çek) olmasıdır!

(*) Gerçek: “el ile tutulup göz ile görülecek biçimde tam anlamıyla var olan, varlığı hiçbir biçimde yadsınamayan, bir durum, bir olgu, bir nesne ya da bir nitelik olarak var olan.” Kısa ve yeni tanım öneriyorum. Gerçek, “Gaya” da ettiklerimizin (ger) Küneşle çakışır durumda (çek) olmasıdır!

Görsel 1. b (Görsel 1. a kullanılarak düzenlenmiştir)

Şimdi bunları yemeğe başladığımızda önce içilen çorba gibi düşünelim, diğer aşamalara geçelim!

Siz değerli okurlarım umarım anımsayacaklar! Özellikle “dil ve felsefe” ön adlı çalışmalarda olmak üzere, çok sayıda damgamız (Türk) köken, anlam, yorumbilimi açısından incelenmişti.

Bunlar N, G, Ğ, K, NG, NY, ND. NT, O, U, Ö, Ü; yeterli olmasa bile R, T, Ç, Ş, S ti. “R” damgamızın da güneşle ilgili olduğu; titreşim, tekrar anlamlarını barındırdığı belirtilmişti.

Bu çalışmamızda, kavramların oluşumu açısından düşünüldüğünde “A” ana damga ve sestir. Ama kısaca geçeceğiz bu konuyu. Umarım ilerde ayrıntılı biçimde siz değerli okurlarıma açıklarım.

Genel durumu yansıtması için bu derleme bilgilerin alta eklenmesiyle yetineceğim şimdilik. Ayrıca Türklerde de “T” damgası vardır, atla ilişkilendirilir! A damgası ve sesi “öküzle değil at canlısıyla ilgilidir!” Türklerin atı ile! Öküz Sami kaynaklı dinlerin kutsal canlısıdır ve öküzden A harfine geçildiği öne sürülmektedir.

Ama ne yazık ki “Kişioğullarının geçmişinin en büyük yalanı budur! “

(Bunun ne kadar değersiz ve yanlış olduğunu A’ nın kökenini yazdığımda kanıtlayacağım.

https://www.haberturk.com/yasam/haber/1081753-harflerin-kokenleri

Görüşüme göre bunlar yanlı, saptırılmış, gerçeği örtmek amaçlı değersiz görüşlerdir. Türklerin damgaları ve “A” hiç olmamış bunlara göre! Oysa bunlardan binlerce yıl önce var!

http://www.dagarcikturkiye.com/dil-ve-felsefe-5-yd-2769.html,

Bakınız, http://www.dagarcikturkiye.com/dil-ve-felsefe-yd-2650.html

Dip not: Çoğunluk denilebilecek oranda olduklarını düşündüğüm, Türklükbilimci (!) sanlı akademisyenlerin bu şekilde güvenli anlatımlara içerlediklerini biliyorum! Köpürdüklerini de biraz! Ama özenciyim ne yazık ki! Üzgünüm onlar adına; onların notlarına, övgü dolu değerlendirmelerine bağımlılığım yok! Az sayıda da olsalar, varlıklarını bilemesem de bir kısım onurlu akademisyenler umarım bunları anlayacaktır! Az da olsalar varlıklarını bilmek güzel! Kendilerinin (bu yetersiz akademisyenler yığını) ezikliklerine, yetersizliklerine, değişik odaklara yapışık olarak çalışmalarına; toplumu aydınlatacaklarına bu odakların istedikleri biçimde gerçekleri çarpıtmalarına tepki olarak; bilinçli yazıyorum! Bu düşüncemin tek bir amacı var! Toplumun onlara (çalışmalarına) güvenmemelerini, değer vermemelerini, sorgulamalarını, üzerlerinde baskı kurmalarını diliyorum!

2-1.d Çözümün irdelenmesi

İki temel irdeleme karmamızı yeniden ekleyelim.

“Dil, ilk dili olacak düzeyde evrimleşmiş atalarımızdan başlayarak birey olarak kavrayabildiğimiz olup biten her şeyin; zaman, ortam (uzay-hacim), yön ve hareket ana değişkenleri kullanılarak benzetme aşamasını geçecek şekilde şekiller ve sesler ile oluşturulan izdüşümüdür!”

(Bakınız, http://www.dagarcikturkiye.com/muhsin-durlu-gudul-turk-kaya-yazitlari-ve- gizemleri-yd-2360.html)

Bu da irdeleyeceğimiz çözüm görselimiz.

1-T tamgası

At sözcüğündeki “T”. Bu damgamızın at ile ilgili olduğu bilinmektedir! Biçimi de alttadır.

Ayrıca T damgamızı ayrıntılı biçimde yorumlanmış ve Latin (!) denen abeceye Türklerden aşırılarak alındığı belirtilmişti!

Bakınız, http://www.dagarcikturkiye.com/tunyokuk-sozcugu-icin-cozumleme-anlambilim- yorumbilim-onerisi-yd-2429.html

http://www.dagarcikturkiye.com/dil-ve-felsefe-5-yd  2769.html

2- A damgası

“A”, görüşüme göre devinim; bunun göstergesi olarak yaşamı simgelemektedir!”

“Daha açık anlatmak istenildiğinde: At (1), devinim (2), devinimin yaşam demek olduğu (3), Göktürk abecesindeki “A”(4), “a” sesi (5); hepsi birlikte bütünün (f (A) denklemi!) anlaşılması için gerekli ve zorunlu değişkenler olarak düşünülmelidir!”

Bu damgamızla ilgili olarak yine üstte ekli çalışmada görüşüm dile getirilmiş; A ve E farklıdır denmişti! A damgasının kökeni de ayrı ve uzunca bir çalışma konusudur. Burada 1.b görselindeki A2 bölümü; canlının (at) arka tarafı “A” anlamını taşımaktadır. A2 bölümünün sağıda “T” anlamındadır görüşüme göre! “Küçük “a” için hem “a” biçimindeki; hem de “yuvarlak ve sağında dik çizgi” biçimli “a”

Bazı araştırmacıların birleşik damgaları bölerek – keserek önerilerde bulunduğunu da anımsayalım! Ve bu çalışmayı! (Bakınız, http://www.dagarcikturkiye.com/dil-ve-felsefe-yd- 2650.html)

Ayrıca 2. 1. d deki dil tanımına göre “at hareket ettiğinde” “ta”, “tap” seslerini çıkarır. Anlam, görüntü, damga, ses; özetle dil tanımındaki bütünlük sağlanmıyor mu sizce de?

“T” şeklinin de ya da D şeklinin, damga, harfin kökeni olduğu; anlam taşıdığı, sözcüklere “timek” (demek); tanımı olmak benzeri anlamı verdiği önceki çalışmalarda belirtilmişti! (bunu unutmayalım; demek anlamı verdiğini!) “Tanrı sözcüğünü anlamaya, bilmeye çalışıyoruz birlikte!” Özetle 1 ve 2; yani “TA” seslemi şimdilik bitti! Umarım ki, düşüncelerim bu yazdıklarımla yeterince açıklanabilmiş olsun!

A ve T ayrı çalışmalarda yeniden ele alınacak. Bütün dilciler, dil düşün bilimcileri, Türkolog namlılar . . dili anlamaya çalışan bütün kişiler “sesler anlam taşımaz ama anlam ayırt edicidir” noktasında tıkanıp kalmışlar. Bu kalıplaşmış önyargıyı kırmak ya da aşmak için umarım en azından kuşku aşamasına yaklaşır dille ilgili herkes. Amacım bu. Anlamaya başlandığında zaten her şeyin çok açık olduğu ortaya çıkacak. Dilin doğuşuyla ilgili bütün bilinmediğinden ya da bu bilgi İbra denen soyca değiştirildiğinden, gizlendiğinden anlaklar ne yazık ki anlamaya büyük oranda kapalı. Bu açmaz çok kısa bir süre sonra aşılacak umuyorum. Tartışılmaya başlanması yeterli olacak. Çünkü bilgi gerçek güçtür; bilginin gücü gerçekliğinden kaynaklanır değil mi? Bu konuda ilk bilgilerin Türk olduğunu göreceksiniz! Kuşkum olmadığını söyleyebilirim.

Çünkü At’ı evcilleştirenler Türklerdir!

3-N damgası

Bu damgamız “ ) ” şeklindedir (yay!) Göktürk abecemizde. Tekçe olduğunda (yalnız) bu şeklin üzerimizi örten gökler olduğu görüşünü belirtmiştik önceki çalışmalarda.

NG çift sesli damgamızda olduğunda “N” in dik çizgi şeklinde çizildiği atalarımızca (Türk) aktarılmıştı. Denilenlerin, üst başlığın görselindeki T ve K ( kaya) ile ilgisini bütün olarak algılanması, bütünlüğün sağlanması için son kez bir görsel daha ekleyelim mi?

http://www.dagarcikturkiye.com/gok-girsin-kizil-ciksin-yd-2541.html

Üç görseli yeniden altlı üstlü dizdiğimizde her şeyin açık, düşün bilim açısından bütünlük olduğu kolayca görülebiliyor değil mi? Ortadaki görseldeki kişi yerine at ın yerleştirildiğini düşünmeliyiz. Öyle zaten! Kişioğlu da, at da aynı gök altında ve güneşin aydınlattığı; ona yaşam verdiği “kaya” (yeryüzü) üzerinde bulunuyor değil mi?

Umarım bu çalışmanın sonunda Türklük bilimciler bile, http://www.dagarcikturkiye.com/gok- girsin-kizil-ciksin-yd-2541.html çalışmamın ortasındaki ( kalpaklı Türkün solu), üç renkli ve numaralı çizilmiş Göktürk abecesindeki “K” damgamızı ve N, G, K’ ne demek kavrarlar!

Soldaki NG damgasını da değil mi? Yineleyelim mi? K Türk sözcüğünde sözcüğün tümleci (yönü) olan güneştir! Sevimli keçiyle ilgisi bağlantısı var ama bilindiği gibi değil! Köken ilgisi yok! (görüşüme göre tabi ki) Bu konuyu da ilerde yazmak için not alıyorum!

3-G ya da Ğ damgası

Bu iki damgamız da işlenmişti. Bakınız,

“G” için “http://www.dagarcikturkiye.com/dil-ve-felsefe-2-yd-2700.html” “Ğ” için “http://www.dagarcikturkiye.com/dil-ve-felsefe-3-yd-2721.html” 5- IR ya da RI (duyulması gereken ses)

“R” damgası için yine, bakınız. “http://www.dagarcikturkiye.com/dil-ve-felsefe-3-yd- 2721.html”, 3- 1. 1a

“IR” sesi ya da seslemi için 3- 1. 1a görselindeki güneşten gelen dalgalı yapıdaki ışınları ( ısıtan, ışıtan, kızdıran); ya da “hır” sesini veren köpekten gelen ses dalgasını; “ır” sesini vererek devinen (uçan) canlı arıyı düşünmeliyiz. Sizce de çok açık bunlar değil mi?

Ortadaki şeklin mavi, kırmızı, kesiksiz sarı çizgili üç parçalı bölümünü ters “r” gibi düşünelim. Şimdilik! Ayrı bir çalışmada işlenecek bu damgamız da. Bu da Latin dene abeceye Türklerden aşırılmıştır. “r” biçimiyle hazır var zaten bir kayamızda kazılı olarak!

Görülememiş ne yazık ki. Çok daha başka açık gerçeklerle birlikte! Çözümlediklerimiz ya da önerdiklerimizi diziyorum:

“T” > “A” > “N” ve G ya da Ğ > “RI” ya da “IR” (ses)

Sözcükte N’den sonra “Ğ” olduğu ve sözcüğün başlangıçta N’ in uzatılarak seslendirildiğini düşünmekteyim. Tan(ığ) rı > Tanrı! Burada nazal N diye bilinen NG çift seslisi yok kanımca! Yorum bilimi çözümlemesinin sonucu kanımca böyle olmalı. Burada kesinlikle “ğ” var!

Sözcüğü söylerken “N”i uzatarak seslendirdiğimizi, zamanla da “ğ” nin düştüğü görüşündeyim.

“Böylece Tanrı sözcüğünün kökeni için çerçeve ve zorunlu bilgiler ortaya konmuş oldu sanıyorum! Yurdumuzda ve başka Türk yurtlarında, içinde “IR” sesleminin olduğu, Tanrı anlamlı çözümlenebilecek başka kaya yazıtı ve resimleri de kayalarda kazınmış durumda bulunmaktadır. (*)

Umarım ki, bu bilgileri, ayrıntıları, yazılacak bir kitap yardımıyla ortaya koyacağım! Onlar işlediğimiz bu buluntudan binlerce yıl öncesinden üstelik! Tanrı Türk sözüdür. Özü Türk tür. Sesi Türk tür!

Bütün bu yazdıklarımdan sonra sözcüğün kökeni artık doğru anlaşılmalı. Yeterli veri var artık kanımca! Türklükbilimcilerin dile getirdikleri görüşe zıt olarak; yeterli dil verisi var!(*)

(*) http://www.dagarcikturkiye.com/gurbelcin-gurval-jin-uul-yaziti-cozumu-yd-2549.html dışında! (Tengri Üngeş Ulı bitidim!)

4-Sonuçlar

4-1 Özet sözcüklerine göre kısa değerlendirme

(Dil, düşünbilim, dil ve düşünbilim, Türkçe, Güneş dil savı, Tanrı, Dan, Trundholm Sun Chairot ( güneş çarkı), At, At ve dil.) özet bölümündeki ilgili sözcüklerdi.

Çalışmada önerilen çözüme göre değerlendirme siz değerli okurlarındır!

-Çalışma dilin tanımı ve işlevi konusunda beklentileri karşılıyor mu?

– Denilenler, düşünbilimi açısından Prof. Dr. Niyazi Kahveci kaynaklı savı doğrular mı?

-Denilenler, dil düşünbilimi açısından Ludwig Wittgenstein kaynaklı savı doğrular mı?

-Türkçenin eşsiz bir aklın ürünü, kusursuz düşünce (matematik) dili olduğu, böyle kurgulandığı görülebiliyor mu?

-Atatürk ün “Güneş Dili Türkçe savı” ya da açarsak; güneşin dilin kökeni konusunda belirleyici işlevi olduğu somut verilerle, bilgilerle ortaya konmuş mu? Söylediklerimiz, Atatürk’ün öncüsü olduğu ve aramızdan ayrılmadan iki hafta öncesine dek üzerinde çalıştığı Güneş dili Türkçe savının doğruluğu konusunda yeterli kanıtlar olarak değerlendirilebilir mi?

-Tanrı sözcüğünün kökeni için gerçek ve doğru veriler-bilgiler; geçerli çerçeve önerilmiş mi?

-Dan sözcüğünün gök inancıyla bağlantılı olduğu görüşü, sizce bu çalışmayla düşünülebilir mi? Çalışma sizce de yeterli mi?

-Sizce de, at ve dil konusunda ilgi, bağlantı kurulabilir mi denilenlere dayanarak?

Görüşüme göre at dilin kökeni konusunda bir ara aşama değişkenidir! “A” sesini at canlısını bir görüngü olarak kavrayıp kurgulamışlar atalarımız! ! Kuşkum olmadığını öne sürebilirim!

Önceki çalışmalarda şu savım yer almıştı; “Eğer dil bütün boyutlarıyla doğru anlaşılır ve bilinirse “mitlerin ardındaki gerçek bilgi” de anlaşılır ve bilinir olur”!

4- 2 Değerlendirmeler-çıkarımlar

4- 2.1 Dil ve Tanrı ilişkisi

Çalışmanın bütünü düşünüldüğünde, görüşüme göre dil ve Tanrı ilişkisi bu çalışmanın çerçevesine göre yeniden düşünülüp yorumlanmalıdır. Bu zorunludur kanımca! Ya da çalışmanın bütünüyle geçersiz ve yanlış olduğu kanıtlanmalıdır!

Bakınız, İncil, YUHANNA 1:

“Başlangıçta söz vardı. Söz Tanrıyla birlikteydi ve söz Tanrı idi. Her şey Onun aracılığıyla var oldu. Var olan hiçbir şey Onsuz olmadı. Yaşam ondaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar. Karanlık Onu alt edemedi.

Bu çalışmanın sonuçları (görüşüme göre) dilin Tanrısal kaynaklı olduğu savını anlamsız kılmaktadır” (Din denilen öğretilerin sahibi denen, yaratıcı da denen bağımsız erk olduğu

öne sürülen “Tanrı”) Türk sözü Tanrı’ nın dinlerin yaratıcısı olmadığı da bu çalışmada tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta ortaya çıkmaktadır görüşüme göre.

Dil ve Tanrı ilişkisine şu dinsel kaynaklı bilgiyi de ekleyeyim, yorum okurlarındır.

Yaratılış (Genesis), Bölüm 11, Babil Kulesi

1-Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. (Bu dilin adı neydi? Bunu neden yazmamışlar? Turan ya da Türk dili Türkçe olmasın?)

2-Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova buldular ve oraya yerleştiler.

3-Birbirlerine, “Gelin tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar.

4-Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.”

5-RAB insanların yaptığı kenti ve kuleyi görmek için aşağıya indi

  6-Ve şöyle dedi: “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına   göre düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar. Neden?

İbra soyunun Rab’ı neden böyle der ki?

7-“Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar.” (Rab bütün insanlar aynı dili konuşup anlaşırken neden onları karıştırıp anlaşılmaz yapar ki?)

8-Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Neden acaba (?)!

9-Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırdı ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıttı.” Rab neden bu kargaşayı istedi ki?

Kaynak, https://kutsalkitap.info/tr-gen11.html

Ek bilgi: Kuran’ın da aynı gelenekten kaynaklandığı açıktır! Ya da hepsi birbirlerinin türevleri, benzerleridir!

Kaynak, https://kutsalkitap.info/tr gen11.html

4-2. 2 DAN sözcüğü, Danca

İlgi duyanlar eklenilen çalışmayı ve başka kaynakları araştırabilir. Danca, Germence, Keltçe İndo-Germen dil grubu olarak değerlendiriliyor!

[PDF] İndo-Germenlerin ve Germenlerin kökeni, dili ve anayurdu tezleri

N Keleş – Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015 – dergi park.org. tr

Gelenekleri Türk ve Moğol kavimlerine benzemeyen bu İndo-Germen kavimler, hayvan, balık ve ot kökleri ile beslenirler. Eski bölgeleri Urallar altın madenlerine yakın olduğundan olsa gerek altın süslemeyi bilir, evlilik dışı ilişkiyi (zinayı) ölümle cezalandırıp, güneşe taparlardı. Yaşlılarını kurban verdikleri ve etlerini pişirerek yedikleri (Endo -Kannibalismus) bilinir (bkz. Ögel, 1981: 187).

Ögel, B. (1981), Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, I. Cilt, I. Baskı, Kültür Bakanlığı-375, Ankara.

Bu metinde bizleri ilgilendiren bölüm “güneşe taparlardı” ! Ve sanıyorum geçmişte batılı dilciler arasında “Danca Tanrı dilidir”( en yakın), “Germence Tanrı dilidir” çekişmesi de dile getirilmiş bir dönem.

Dan sözcüğünü tek tek, seslerine göre analiz edip anlamını önceki çalışmalarımızdaki görüşleri kullanarak önerelim mi? Bakınız, http://www.dagarcikturkiye.com/dil-felsefesine- giris-yd-2588.html

-D sözcüklere durağanlık, değişmezlik, kararlılık katar denilmişti

-A devinim, yaşamak, anlamak

-N gök, gökler

Sözcük görüşüme göre gökleri yaşayan, gök inancında direten kişi demektir! Bu konuda araştırma ve değerlendirmeleri özellikle akademisyenler yapabilir. Bu çalışmanın temel amacı, ortaya koyup kanıtlamaya çalıştığı ana düşünce (bilgi) şudur;

“Tanrı sözcüğünün kökeni, anlamı, yorumu, günümüzden kabaca 4000 yıl önce Dan ülkesinin yerlileri tarafından biliniyor olmalı; kanıtlar bu yönde!”

4-2. 3 Dil ve at ilişkisi

–  “Görüşüme göre at dilin kökeninin ya da doğuşunun anlaşılması konusunda bir ara aşama değişkenidir!” “A” sesini, at canlısını bir görüngü olarak kavrayıp kurgulamışlar atalarımız! Bu konuda kuşkum olmadığını öne sürebilirim! (*)

(*) Kısaca ve sırayla özetlemek; toparlamak istenirse şunlar söylenmelidir:

–  Yakın geçmişte Kazakistan topraklarında MÖ 9000 dönemlerden evcil at fosili bulunmuştur. Ayrıca DOLGAN gibi bazı Türk boylarında atların insandan önce yaratıldığına inanılmaktadır!

-Türk mitlerindeki Tulpar (*) atlarımız, Grek mitlerindeki Türklerden aşırılma Pegasus adındaki at, Kuran da aktarılan miraç kavramı, hep aynı gerçek ve derin Türk bilgisiyle bağlantılıdır.

(*) Bakınız, http://www.caglarerbek.com/2015/05/turk-mitolojisinde-kanatli-at-tulpar.html

-Eski çağlarda atalarımız olan savaşçı Türklerin gömütlerinde atların olması da aynı düşüncenin sonucu olmalıdır! Tanrı, güneş, at ilişkisi!

  • Mitlerimizde, söylencelerimizde atların parlak ışıklar ve ateş saçması da güneşle ilgili olmalıdır. Mitlerimizin, söylencelerimizin ardındaki Türk bilgisi budur kanımca!
  • Mitlerimizde, söylencelerimizde atların kanatlarının görülememesi, çok hızlı uçtukları ve hızına yetişilemediği benzeri anlatımlar, atalarımızın bu öncül, derin ve güzel bilgilerinin zorunlu sonuçları değil mi sizce de? (Prof. Dr. Niyazi Kahveci)

“Bütün bir felsefe bulutu bir damla dil bilgisinde yoğunlaşır” (Wittgenstein) önermesi de “bir damla dilbilgisi” anlaşıldığında “bütün bir felsefe bulutu” dağılıyor mu?

Görüldüğü gibi dil doğru ve eksiksiz bilindiğinde mitlerimiz ve sözylencelerimizin ardındaki ulu bilgi de anlaşılmış olmaktadır! Değil mi?

Son olarak, çalışmayı gereksiz görsellerle şişirmeden birkaç ön bilgi verip sonlandıralım mı? Düşünmeyi ve ek değerlendirmeleri de Türkologlara (!) ve siz değerli okurlara bırakalım.

“Atlar üzerinde başları güneşli Türklerin olduğu kaya resimleri, güneş adam resimleri, at resimli kam davulları (sesi unutmayalım), insanlar tarafından çizilmiş T şeklindeki ağaç direk üzerinde uzanmış at ve elinde davul olan şaman, doğada ateş çevresinde elinde davulu olan kam ve benzer resimler. Hepsi aynı bilgiye dayanmakta görüşüme göre!”

-https://www.youtube.com/watch?v=XB9pq8Ge8Fo

Videonun 70.saniyesinden sonra ateşin çevresinde dönen iki davulcu ve devinimleri de aynı derin bilgiye dayanmaktadır!

Videoda karanlık olmasına karşılık üstte gök ((a)N) (dişil) var, büyük bir ateş yani (eril) güneş (G) var, iki de davulcu; bu ikisinin bebesi ya da baba güneşten olma yer ve ay! Çocuklardır, iki TİGİN dir! “Tangır” dıyorlar gümbür gümbür!

(Sülyek Karayüz yazıtında “itingiş” var!) Türk mitleri olağanüstü güzel, sizce de değil mi? Kirletilmemiş saf bilgi bunlar, atamız “Oğuz” gibi!

Ne yazık ki bu sözcüğümüz de Türklük bilimcilerinin elinde kılıktan kılığa sokulmasına karşılık gerçeğin yanına bile yaklaşılamamış! Umarım bunu da bir çalışmamızda yüce Türk Ulusuna sunarım.

Kuşkum yok! İlk Tanrı diyen, sözcüğü kavrayan atalarımız Türklerdir. İlk dil de Türkçedir! Sami nağıllarının kitaplarında adı söylenmeyen dil! Kanıtlar bu yönde!

Mitler ve söylenceler ulusların köklü geçmişlerinin; derin bilgilerinin göstergesi ve kanıtıdır. Türk ulusu görüşüme göre öncüdür bu konuda. Bizden aşıranların, çakma mitler uyduranların durumunu düşünmeli. Onları şişirenlerin de tabi ki; onların Türklükle ilgileri olamaz kanımca. Bir video ekliyorum. Tulpar için! Çalışma çerçevesinde değerlendirilmeli denenler.

Ekleyen kişiye (gruba) teşekkür ederim. TURKNET WEBTV adı.

Bağlantı bilgisi: https://www.youtube.com/channel/UCEHrk7mrXPfxirjiBxxACdw Bu da ilgili video. https://youtu.be/iO1fma7WIiU

-Kazakistanda bulunan altın elbiseli adamın başlığında da Tulpar figürü varmış sanırım! O dönemde sanırım düşündüğüm çerçevede Tanrı inancı ya da bilgisi unutulmamış olmalı! Torunlardan birisi belki çözer diye işlenmiştir! Mit ögesinin başlıkta ne işi olur ki? Görüşüm bu! Baş akılla ilgilidir. Ağa aklı ağarmış kişidir Türklerde. Benim Tanrı inancım, ata inancım bu demek istemiş olmalılar.

-Aynı başlığın üstündeki keçi de yine güneşle ilgilidir!

  • Çok sayıda başları güneş olarak çizilmiş insanlı kaya resimleri de bunu anlatır. Sanat yapıtı amaçlı değil onlar!Dil verisidir.

Son olarak günümüzden iki örnek verip düşünelim mi? Tanrıdan diledim bu kadar dilek diyor muyuz türkülerimizde? Peki, düş (rüya) yorumlarında eğer düşlerimizde ata binmek ya da at görmek olduğunda, “at murat tır” diyerek dileğin gerçekleşeceğine yorumlanıyor mu?

“Hiç kuşkum yok, yazdıklarımın hepsi de gökten indirildi denen dinlerden binlerce yıl önce bilinen ve yaşanan Türklerin Tanrı inancı ya da bilgisi ile ilgilidir. O’nun kavranışının sonuçlarıdır!”

-Türklükbilimci sanlı öğretim görevlilerinden bazılarının Türklerin atası NOAH’ tır (ya da İbrahim) şeklinde yayın yapmaları da can sıkıcıdır! Türk karşıtı görüşlerdir (!) bunların alayı!

-Yine sözcüğün kökeni bilinmeden GÖBEKLİTEPE için yapılan “din” sözcüğünün geçtiği yorumlar da yorumlar da temelsiz ve değersizdir. Oradaki T biçimli dikmeler, Turna resimleri hep aynı Tanrı kavrayışının sonucudur!

Bu yazında Tanrı sözcüğünün kökeninin, anlamının, yorumunun bilimsel açıdan yapılabilmesi için (etimoloji, semantik, hermeneutik) yeterli bilgi aktarıldı. Bu değerlendirmeleri siz değerli okurlarım da sağlıklı olarak yapabilir sanıyorum. Ben kısa bir tanımla yetineceğim.

Tanrı sözcüğünün kökeni kim değil ne sorusuyla anlaşılmalıdır. Sözcük bir ad sözcüğüdür. Eylemden üretilen ad! Kavramamız gereken bütünlüğü olan bilgi: “Gökteki (N) güneş (G) devinim (A) ve yaşam demektir (T)” biçiminde anlaşılmalıdır. Bu durumu tanımlayan sözcük te Tanrı!

Sözcük kanımca tanımak yüklemiyle hısımdır! Birkaç örnekle açıklamaya çalışalım. Görünmek, görünür olan > görüngü ( süreç sonunda ulaşılan) , bilinmek, bilinir olmak > bilgi. Tanınmak, tanınır olmak > Tanrı!

Umarım bu çalışma siz değerli okurlarımca öncekiler kadar sıkıcı bulunmamıştır. Çok isterdim, çok yalın biçimde aktarmayı bunları. Ama bu olanaksız bence! Üstelik bu konuda sorumlu da ben değilim sanırım! Binlerce yıldır aynı, kalıplaşmış ön yargılarla düşünmeye şartlanmış durumdayız. Sorunun kaynağı bu ve aşmak da epey zor! Umarım bu durum anlayışla karşılanmaktadır.

Yeniden anımsayıp soralım: Kimler Türkçe ile düşünbilim (felsefe) yapılamaz diyenler? Kim onlar bilmiyorum ama çok kolay ve zevkli olduğunu söylemeliyim kendi adıma. Onların akıllarının Türkçe ye ermediğini düşünüyorum! Ya da Türklükle, Türkçeyle sorunlarının olduğunu; aralarının iyi olmadığını da!

Düşünmek ve bilim en iyi Türkçeyle yapılır. Türkçe olmayan bütün sözcükler Türkler için virüs gibidir kanımca! Yalansız dildir Türkçe, olmayan görüngülere ad takmaz, doğaldır, açık kaynak dildir. Biliyorum ki, dilin kökeni ve çok sayıda mitler Türkçenin yardımıyla anlaşılarak bilinir olacak. Bunları anlamak ve bilmek isteyenler öncelikle Türkçe öğrenmeliler! Bu konuda kuşkum yok! Özenci olmak olağanüstü güzel, düşünürken sınırsızca özgürsünüz; eğer kendinizde (buna) engel yoksa!

Yurdumuzda özellikle bilgisunar (internet) konusundaki katkılarıyla öne çıkan, iki yıl önce kaybettiğimiz değerli bilim adamı (matematik, yön-eylem), yakınım Doç. Dr. Mustafa Akgül’ ü de (Bilkent) özlemle, saygıyla anıyorum.

Bu çalışmaya daha etkili ve doğru Türkçe kullanılarak yazımı konusunda değerli katkılarını sunan saygın Tarık Konal beye’ de içtenlikle teşekkür ederim.

Tek dileğim çalışmanın yüce Türk ulusuna yararlı olmasıdır. Yaşasın ana ve ata dilimiz Türkçe!

Türklükle, sevgiyle, aydınlıkla kalın. O ya da Gün (eş) ısıtsın; aydınlatsın hepimizi!

Not: Yukarıdaki yazının telif hakkı T.C. 5836 Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre yazarındır. Tümüyle alıntılanamaz. Bir bölümünden alıntı yapılacaksa kaynak belirtilmesi zorunludur.

Muhsin DURLU, 25/10/2019, BURSA

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir