1- Giriş

Bu çalışmada, siz değerli okurlarla Latin (!); Türk “Ğ” tamgasının kökenini ele alacağız. Bizim

“Ğ” tamgamız da varmış! Ama ne yazık ki bunun kökenini düşünmeyi aklının kıyısından bile geçiren bir Türkolog (!) çıkmamış aramızdan. G de Türk, “Ğ” de, “Y” de; kısaca A dan Z ye bütün damgalar Latin (!) damgaları değil Türk damgalarından aşırıldılar. Kökeni Türk’tür! “Aşırılan şeyin kimin olduğu da bilinemez olur zamanla değil mi? Türklerin yaşadığı süreç te tam olarak budur ne yazık ki!

Ek olarak Türkler (Türkiye)>Lidya>Yunanistan>Pelasglar>Etrüskler(Etrüria)>Latin>İtalyan sırasıyla, zaman dizini ilişkileri ve dil kanıtları da vardır. Konu bunlarla birlikte, bu çerçevede değerlendirilmelidir. İtalya’nın doğu kıyısında yaşayan Latinler bu abeceyi Etrüsklerden (Türk Saka) öğrenmişlerdir. İtalyanlar (Latinler) bu gerçeği gizlemek ve yanıltmak için; “ama onlar zaten Latin’diler” derler! (1)

Bu konularda akademisyenler araştırma yaparak çok sayıda bilgi bulabilir, yayın yapabilirler. Özenci araştıran olarak asıl amacım Türk tamgalarından Latin (!) denilen damgaların nasıl aşırıldığını somut örneklerle gösterip kanıtlamaktır. A dan Z ye durum aynıdır. Çok daha çarpıcı örnekleri göreceğiz birlikte. Bu çalışmalar, görüşüme göre 10 bin-15 bin yıl öncesi çağlardan kaya yazıtlarına dayanarak yapılmaktadır. (*) Hint Avrupa uyduruk savını savunanlar ortaya konulanların-denilenlerin yanlış olduğunu kanıtlamalılar; tabi ki yapabiliyorlarsa! Ayrıca bu yöndeki çalışmalar, İtalya da en fazla üç bin yıllık yerleşim olduğu bilgisi atlanılmadan yapılmak zorunda. (Bakınız, Begümşen Ergenekon, http://www.dagarcikturkiye.com/gudul-turk-kaya-yazitlari-yd-2472.html)

İlk ana ve ata dil de görüşüme göre Türkçedir. GDK da gerçektir; doğrudur. G de olduğu gibi “Ğ” imcesini, siz okurlarla birlikte didiklercesine incelediğimizde; Türk karşıtları için yine şu acı gerçeği göreceğiz: “Ğ imcesinin kökeninde Güneş vardır!” (*) Bu konuda araştırmalar sürdürülmektedir!

2-  Yumuşak Ğ damgasının köken, anlam, yorum bilimi önerisi

2-1 İlgili görseller

Görsel 2- 1.1

Kızlasov, Leonid R.- İgor L. Kızlasov, Sayan-Altay Türklerinin Yeni Runik Yazısı, çev. Muvaffak Duranlı, [1994] 1990, s. 85-136, sayfa 96

Görsel 2.1.2

Kızlasov, Leonid R.- İgor L. Kızlasov, Sayan-Altay Türklerinin Yeni Runik Yazısı, çev. Muvaffak Duranlı, [1994] 1990, s. 85-136, sayfa 96

Görsel 2- 1.2

Kızlasov, Leonid R.- İgor L. Kızlasov, Sayan-Altay Türklerinin Yeni Runik Yazısı, çev. Muvaffak Duranlı, [1994] 1990, s. 85-136, sayfa 97

Görüldüğü gibi görsel 1 de, 20 numaralı tamga (ideogram) görsel 2 çizelgedekinden ayrı yine! Ya da çizelgedeki tamga kaya üzerinden alınan görsele uymuyor; kusurlu ya da bir çizgisi eksik aktarılmış çizelgeye! 2- 1.a görselindeki (1) numaralı sarı çizgi yok! Harflerin sırası- yazarlar sütunundaki yazarlardan birisinde bile yok o eğik çizgi! Ama kuşkusuz en ilginç olan, görselleri aldığımız dayanak çalışmadaki durumdur! Görsel 2- 1.1 ve 2- 1.2 aynı çalışmada yer almakta!

3-    Ğ tamgasının köken, anlam, yorum bilimi açısından çözüm önerisi

3-1.1 Köken önerisi

Görsel 3.1. a

Görsel 2- 1’ deki 20 numaralı görselden (çalışmanın yazarınca çizilmiştir)

20 numaralı, 4 çizgiden oluşan ideogramın 1 ve 2 çizgileri, konuyu kolay anlaşılır kılmak için geçici olarak diğerlerinden ayrılıp incelenecektir. Bütünü ayrı bir çalışma konusudur. Bu dörtlü birleşik damga, çok ayrıntılı, geniş kapsamlı, birbirinden ayrı dallara kadar uzanabilecek yönleri olan bir ideogramdır. İlerde umarım, ayrı bir çalışmada ele almayı tasarlamaktayım. Özellikle dilbilimciler, Türkolog namlı akademisyenler bunları incelemeli; derinliğine üstelik! Türkçemizin kökleri var bu yazıtlarımızda! Yüzeydekilerin araştırıldığı, bilgi taşıma niteliğiyle sınırlı araştırmalar ve yayınlar ne Türkçe ye, ne de Türklüğe bir değer kazandıramaz!

Özetle sağdaki görseldeki mavi dikme gök (N), onu sola ve aşağı kesen eğik sarı çizgi “Ğ” damgasıdır, onun kökenidir!

*Ek bilgi: 3-1.a görselinin solda olanının 2-3-4 bölümü;

Kiril abecesinde

‘Hagal’ okunur!

Bu dörtlü ideogram, umarım ileride işlendiğinde bu ayrıntılara yeniden değiniriz. Bu damga için oktavlar (*1) arası köprü anlamında olduğu belirtilmekte; bunun yardımıyla tin (*2) yapısından özdek yapıya geçiş şeklinde kozmogonik ve gizemli yorumlar yapılmaktadır. (Azerbaycan Türkü araştırmacı sn. Lazım ESEDLİ). Yine zor durumda insanı imgelediği de düşünülmektedir. Ayrıca bazı Maya resimlerinde eğilmiş insanların elleriyle göğü kaldırmaya çalıştığı çizilmiş ilginç biçimde. Eğer bu ve benzeri ideogramlar, kaya yazıtları doğru ve ayrıntılı çözümlenir; anlamları, kökenleri ve yorumlarıyla birlikte bütün olarak kavranabilirse, mitlerin de ardında yatan gerçek bilgiler anlaşılır olabilir! Görüşüm bu! 20 bin yıl öncesine gidemeyiz, somut bulgular da bulamayız çoğunlukla; ama dilin yardımıyla gerçeği yine de

yakalayabiliriz! Bu düşünüşle ulaşılan bilgiler de doğa bilimlerince doğrulanır; uyuşur nitelikte olacaktır görüşüme göre. Çünkü konu dilin tanımıyla bağlantılıdır, dil olan biteni eksiksiz yansıtır ya da yansıtmalıdır. Kavradığımız her şey iz düşüm düzeyinde dile, sözcüklere dönüşmüştür artık!

(*1) Oktav

-fizik terimi. Birinin frekansı ötekinin iki katı olan iki titreşimin aralığı.

– Müzik terimi. Sekiz sesten oluşan ses dizisi, bir “do” sesiyle ondan sonraki “do” sesi arasındaki uzaklık.

(2*) Tin.

-Ruhbilim terimi. Ruh.

-Felsefe terimi. Kimi fizikötesi düşünürlerinin, gerçeği ve evreni açıklamak yolunda her şeyin özü, temeli ya da yapıcısı olarak benimsedikleri madde olmayan varlık.

Bu damga için denilenler görüşüme göre mantıklı! Ama belki farklı biçimde ve daha başka anlamlar da katılarak yorumlanabilir. Maya resimlerinin de bu düşünüşe-kavrayışa uygun olduğu kanısındayım. (Damga sağa çevrilerek düşünüldüğünde, “yerle gök arasında kılınan kişioğlu Türk” sözleri çağrıştı!). “Bu ideogram bütünüyle işlenip açıklandığında, ideogramın dilin kökeniyle ve başka anlamlar taşıyan sözcüklerle ilişkisi de görülebilecektir; görüşüm kesinlikle bu yönde!” Bu ideogramda dört tamganın etkileşiminden doğan derin bilgiler var, o kadar ki; bu ideogram atalarımızın yaşadığı binlerce yıllık buzul çağıyla da ilgili olabilir. Dil hem evrim olarak beynimizin; ardından çok uzun zaman dilimine yayılan kavrayış süreçlerimizin ve anın kesiştiği dönemde, ses- şekil-anlam birliği sonucu (sözcükler ve dil) ortaya çıkar. Dilin birdenbire yaratılmış olması da olanaksızdır. Bebeğin doğumundan önce bile anne karnında kırk hafta kadar; o yapıya ulaşana kadar da zamanını tam olarak bilemediğimiz kadar uzun (milyon, yüz bin yıl gibi) evrim süreçleri yaşanmıştır. Dil de bu evrimi ve kavrayışı izlemek zorundadır.

3-1.1a Kökenin oluşumu ya da açıklanması

Görsel 3-1.1a (görsel 3-1.a dan, renkli 1-2 çizgileri ayrılarak çizilmiştir.)

  • Bir numaralı görselin mavi dikmesi (2) gök anlamındaki “N”; sola ve aşağı eğik sarı çizgi (1) ise “Ğ” tamgasıdır! Ğ çizgisinin mavi N çizgisini kesen, ardından gelen kesintili yatay çizgiyle belirtilmiş yer (ger, GEO) çizgisinin altındaki bölümü yerkürenin alt kısmını; güney yarımküreyi imgelemektedir kanımca! Şöyle ki,
  • İki numaralı damga Orhun abecesindeki NG olup, mavi dikme N (gök), sola yukarı eğik (kırmızı) çizgi ise Gün (eş) dür! İkinci damga üzerinden düşünmeyi sürdüreceğiz! Kişioğlu olarak yer üzerinde yani (1) noktasındayız. Sabah ufka baktığımızda Güneş doğar, sola ve yukarı doğru yükselerek hem yeryüzünü aydınlatır hem de ısıtır değil mi? Öğleyin yükselebileceği (daha açık anlatımla; yeryüzünün eğimli olmasından dolayı, çemberin dörtte birlik bölümünü sola kayarak aştığında tepemizde algılıyoruz!) en son noktada; tepemizde görüyoruz değil mi? Sonra ne oluyor? Alçalmaya başlıyor, yön değişiyor! Eğiliyor! Işığın şiddeti yumuşuyor, aydınlık azalmaya başlıyor zaman ilerledikçe; sonunda hava da soğumaya başlıyor değil mi? Sola ve aşağı inen sarı çizgi Ğ damgası bu nedenle! Anlam Güneşin algıladığımız bu yönüyle ilgili. Damganın biçimi de! Ne dersiniz? Üstte dikdörtgen içindeki sarı bölüm! Öğleden sonrası!

*Ek bilgi: İki numaralı görsel ayrıca Orhun abecesindeki “R” in kökü olmalı; görüşüm bu! Ve bu damga da Latin (!), Futhark ve başka abecelerin “R” tamgalarına dönüşmüş gibi duruyor. “R” de Türklerden aşırmadır; hiç kuşkum yok! Bu da çok ayrıntılı, kapsamı da oldukça geniş bir yazın konusudur!

  • Böylece üç numaralı görsel tamganın NĞ bölümüne ulaşıyoruz değil mi? Görüldüğü gibi sağdan sola düşünüldüğünde bu sarı “Ğ” anlamlı çizgi yukarıdan aşağı alçalarak; eğilerek yere kadar iniyor! Sonunda da gözden kayboluyor, batıyor solumuzdan değil mi?

Not: Görselde Ğ çizgisinin (günün ışığının) yönü sola ve aşağıdır. Bu durum çizilirken bir boyut eksik aktarıldığı içindir. Gerçekte gerçek yön soldan sağa ve aşağıdır!

Başka bir örnek daha verelim son olarak. Bütün ağaçların dalları gövdesinden yana ve yukarı, güneşe doğru uzanır. Bir dalı eğmek için ne yaparız? Ucundan tutar güneşe (G) doğru olan yönün tersine; yani yukarı yönün tersine çekeriz, aşağıya doğru eğeriz (Ğ) değil mi? İşte dönüşümün nedeni! G >Ğ! Oluverdi değil mi?

Dağ sözcüğünü de düşündüğümüzde, bütün dağları bu iki şekle       benzetebilir miyiz? Bu durumda yine bu ters V şeklinin iki yanındaki eğik çizgilerin yönü, güneşin devinim yönüne zıt mıdır? Bence evet; aynı düşünüş bu sözcüğün kurgusunda da geçerli. D tamgasını duran ve yer (taban, “d” aban) gibi anlamlandırmalıyız.

Yine Oğul sözcüğümüzde de aynı kurgu doğrudur. Sözcük elimize doğan güneş anlamında sanki! (*) Türkçe olağanüstü doğal, güzel ve derinliği olan bir dil! Matematik gibi, şiir gibi, pırıl pırıl akan çağlayanlar gibi, engin gökler gibi, sıcak ve aydınlık güneş gibi, püfür püfür esen yeller gibi!

(*) Türk söylencesinde (mit bilimi) güneş erildir! Gökler dişil! Çok değerli Türkologlarımıza (!) duyurulur! Umarız ki görürler yazılanları!

Not: Önümüzdeki çalışmada belki bu konuya bir kez daha değiniriz! Üç görseli yeniden ele alıp başka bir damgayla ilişkisini irdeleyebiliriz!

Dil olan biteni izdüşümü derecesinde eksiksiz yansıtır denilmişti dil tanımında. Öyleyse düşünmeyi sürdürelim! Yaşasın özgür düşünce ve yorum bilimi!

Gök girsin kızıl çıksın süreci (N↓G↑) sonunda “gündüz” oluyor! Bu damganın kurgusunda gök girsin kızıl çıksın sürecinin yönü değişiyor; tersi süreci yaşıyoruz! Gök küçülüyor, rengi belirsiz oluyor gitgide (ya da daralıp-dalıp yere iniyor mu?!), güneş ise bu süreçte alçalarak görünmez oluyor göğün ardından! “Gece” oluyor bu kez! İkisi de (gök ve güneş) süreç sonunda gözden kayboluyor! Sonuçta gece ve gündüz birbirlerine bir türlü kavuşamayan Leyla ve Mecnun gibiler, bir arada ve bir anda olamıyorlar! Bu söylence de diğer birçokları gibi Türklerden çalınmış görüşüme göre! İşte, karşımıza yine Arap söylencesi (!) çıktı! Leyla da kara üzüm gibi, sırma saçlı mıydı ne? Bu Arap sözcüklerini atıp yerine Oğuz ve Börte adlarını öneriyorum!

İşte Türkümüz! Türk sözcüğündeki “K” güneş (KÜN) ti değil mi? Değerli sanatçımızın yorumu da gerçekten çok etkileyici! Hem gönlümüze (3*) (yüreğimize) hem aklımıza (beyin) aynı anda dokunuyor! Dinleyelim; ama sözlere özen gösterip düşünerek olsun! Böylece, umarım ki az da olsa dinlenmiş olacağız! https://www.youtube.com/watch?v=wK3tghCRrqI (yüce dağ başında, Kıraç)

Türk olmak olağanüstü güzel! Ne mutlu Türküm! Bunların hepsi bizim; onlar da biz, yani Türk! Türkü ve Türk! Bu ilgiyi körlerimiz bile anlayabilmeli artık, dileğim bu!

(3*) Bakınız, http://www.dagarcikturkiye.com/gok-girsin-kizil-ciksin-yd-2541.html 3-1. 2.b Kökenin çember biçimli ideogramlara göre diğer açıklanması

Görsel 3-1. 2.b http://www.dagarcikturkiye.com/dil-ve-felsefe-2-yd-2700.html

Mayıs çalışmamızda Latin (!) değil; Türk G tamgasını incelemiştik. Şimdi ortadaki “G” tamgasına yumuşasın diye, güneşin alçalmaya başladığı eğik sarı çizgiyi eklemeliyiz değil mi? Soldan sağa üçüncü görselin kırmızı bölümüne ters yönde bir çizgi eklemeliyiz; yukarıda açıkladığımız çizgisel düşünüşe göre! O da çemberin dışına ve üstüne kısa çizgi eklenerek yapılmış olmalı! Aynı düşünüş küçük “ğ” içinde geçerli!

3-2 Ğ tamgasının anlambilim önerisi

Damga, anlambilim açısından iki alt başlıkta incelenecektir. Aslında damganın doğuşunu ya da kökenini açıklarken kaçınılmaz olarak anlama da değinmek zorunda kalındı. Burada sınırları çok belirgin olmayan bu kavram ikiye ayrılıp yeniden toparlanmaya çalışılacaktır. Düşün bilimi açısından anlam, dilbilim açısından anlam biçiminde!

3-2.1 Düşün bilimi açısından Ğ damgasının anlamının incelenmesi

Köken için denilenlere dayanarak, kuşkusuz ilkin şunu diyebiliriz: Ğ tamgası sözcüklere devinim anlamı yüklemektedir”. “G” damgasıyla ilişkilidir “Ğ”. Ancak onun ikinci aşaması gibi olduğundan bu devinim; devinim ve devinimin sonuçları olarak oluşan türev anlamlar daha belirgindir, öne çıkmaktadır. Çünkü açıklanmaya çalışıldığı gibi güneş öğleye kadar ışığıyla yeryüzündeki canlı-cansız bütün varlıkların enerjisini yükseltmektedir. Bu belirginlik buradan kaynaklanmaktadır; ne dersiniz? Artık hem daha çok yer değiştirmeye, öğrenmeye; özetle değişmeye daha yaklaşmış duruma geliyor doğa ve canlılar. Bu konuda çok daha fazla söz denilebilir. Sanki yaşamımız ve diğer etkinliklerimiz, sabah-öğle-ikindi-akşam döngüsüne oldukça uymaktadır. Dilin tanımındaki olan biten her şeyin izdüşümüdür, eksiksiz yansıtır önermesine de destek olacak; onu kanıtlayacak durum ve yeterlilikte denilenler kanımca.

Anlamlar böyle oluşuyor olmalı.

Yine Güneş devrede. Atatürk ün GDK kuramındaki, “Güneşin dilin kökeninde ilk öğretmen” olduğu önermesi, bu noktada anımsanıp düşünülmeli mi sizce de? Sanki bu güneş kafayı bize (dile!) taktı! Bu dilin adı, artık umarız ki dilbilimci akademisyenlerimizin bile kolayca anlayabileceği gibi, Türkçedir!

Türk sözcüğündeki “K” tamgasının da yine güneş anlamında olduğunu, sözcüğün yönü ya da tümleci olduğunu öneri olarak belirtmiştik. Son bir sözle daha vurgulama yapalım! Her gün şafak anında doğan “yine” güneştir!

İlişki karşılıklı ve öyle olmak zorunda. Öyle görünüyor ki bu güneş Türklere de kafayı takmış! Bu anda yeniden güneşe yakılmış ya da adanmış güzel Türkümüzü analım. Kıraç, yüce dağ başında yanar bir ateş! Biz Türkler güneşi o kadar çok seviyoruz ki sonunda adımızda yer alıyor kanımca!

Güneş dilimizde, gönlümüzde, aklımızda, inancımızda, adımızda!

3-2. 2 Ğ damgasının dilbilim açısından anlamının incelenmesi

Bu bölümde dilbilimcilerin dediklerine değinmekle yetinilecek, dileyenler ayrıntılara giderek incelemeyi sürdürebilir. Amacımız denilmemiş olanları dile getirmektir. Ek olarak seçilen öğle sözcüğünü, denilenlerin tamamını yeniden kanıtlamak için yorum bilimi açısından sonraki başlıkta işlemektir!

Ğ damgasının dilbilim açısından anlamı için görüşler için örnek bir çalışma siz değerli okurlara bilgi amaçlı ve olduğu gibi eklenmiştir.

-Türkçede /ğ/ ünsüzünün durumu

/ğ/ şüphesiz Türkçedeki en tartışmalı ünsüzdür, hatta ünsüz olup olmadığı bile tartışmalıdır. Bu durumun başlıca nedenleri; /ğ/ ünsüzünün kelime başında bulunmaması, zayıf bir ses olması nedeniyle bulunduğu çevreden fazla etkilenmesi ve buna bağlı olarak farklı şekillerde seslendirilmesidir. Bir yumuşak damak yarı ünlüsü olduğunu düşündüğümüz /ğ/, aynı zamanda başka bir ünsüz olan, /k/ ünsüzünün alt ses birimidir. /ğ/ kelime başında bulunmaz, mutlaka bir ünlüden sonra gelmesi gerekir ve genellikle iki ünlü arasında bulunur. Kendinden önce gelen ünlüler görülme sıklığına göre /a/, /e/, /o/, /ı/, /i/, /u/, /ö/, ve /ü/ şeklindedir. Ayrıca

/ğ/’den sonra gelen ünlüler çok katı olmayan bir kurala uyar: önceki ünlü geniş ise /ğ/’den sonra gelen ünlü öncekinin dar şeklidir (birincisi /a/ ise ikincisi /ı/ olur), önceki ünlü dar ise

/ğ/’den sonra da aynı ünlü gelir. En fazla görülen diziler /ağı/, /eği/, /ığı/, /ağa/, /oğu/ şeklindedir. Daha az görülmekle birlikte /ğ/’den sonra ünsüz de gelebilir, ancak bu ünsüz ötümlü olmak zorundadır. 2814 Türkiye Türkçesindeki ‘Yumuşak G’ Ünsüzünün Fonetik Analizi /ğ/ ince ünlü çevresinde /y/’ye dönüşür ve /ğ/-/y/ karşıtlığı kaybolur (örn. /teğmen/,

/çiğdem/). Yuvarlak ünlü çevresinde ise /ğ/, bazen /v/’ye dönüşür ve /ğ/-/v/ karşıtlığı bozulur (örnek, soğan → sovan). Hem ince, hem de yuvarlak olan /ö/ ve /ü/ çevrelerinde ise, bazen y’ye (düğme → düyme), bazen v’ye (söğme → /sövme/) dönüşüm görülebilir. Türkçede

/ğ/’nin durumuyla ilgili görüşleri iki grupta toplayabiliriz: ğ’yi bir sesbirim olarak kabul edenler ve etmeyenler. Banguoğlu (1990: 45), /ğ/’nin ötümlü ve sürtünmeli bir ünsüz olduğunu, ince ve kalın /g/ ünsüzlerinin süreklileşmesiyle ortaya çıktığını, /g/’de olduğu gibi ince ve kalın olmak üzere iki şekli olduğunu belirtmiştir. Ergin, (1993: 45) Türkçe de ğ harfinin birbirinden farklı üç sese işaret ettiğini belirtmiş, bu sesleri:

  • Yumuşak damak ünsüzü olan [ğ] (örnek /bağ, doğum/ ).
  • İnce g ve k’nin yumuşamasıyla ortaya çıkan, [y] olarak telaffuz edilen ses (örn. /geldiği/,

/direğin);

  • Kalın /g/ ve /k/’nin yumuşamasıyla ortaya çıkan ve yumuşak “ğ” den çok farklı olduğu belirtilen “ğı” sesi (örnek, /aldığı/, /kulağın/) şeklinde sıralamıştır.

Ergin (1993: 65) ikili ünlülerden bahsederken, /ğ/ sesinin iki ünlü arasında zayıfladığını ve bunun sonucu olarak iki ünlünün yan yana görülebileceğini, fakat böyle bir durumda /ğ/ sesinin tamamen erimediğini, iki ünlünün arasında daima bir ünsüz bulunduğunu söyler.

Ergin’e göre, /ğ/ ünsüzünün eriyip kaybolduğu durumlarda iki ünlü birleşerek tek bir ünlü haline gelir. Koç (1996: 601), /ğ/ ünsüzünün bir yarı ünlü olarak Türkçede mevcut olduğunu; ancak bazen [y]’ye, bazen [v]’ye dönüştüğünü, bazen de kaybolduğunu ifade etmektedir. Koç,

/ğ/ ünsüzünün ünlü uzamasına yol açarak düşmesinin Türkçede böyle bir ses olmadığı anlamına gelmeyeceğini, /ğ/ünsüzünün önemli bir ses olduğunu ve titizlikle öğretilmesi gerektiğini savunmaktadır. Daha önceki çalışmamızda “ğ” ünsüzüyle ilgili üç farklı sesletimin söz konusu olduğu bildirilmişti:

  • kelime içi, hece başında (diğer bir deyimle iki ünlü arasında) yumuşak damak yarı ünlüsü.
  • hece sonunda (kelime sonu veya ünsüzlerden önce) kendinden önce geniş bir ünlü geliyorsa o ünlünün dar şekline dönüşme, yani ikili ünlüleşme.
  • hece sonunda kendinden önce dar bir ünlü geliyorsa ünlü uzaması. (Kılıç, 1999) Söz konusu çalışmada /ğ/ ünsüzünün bir sesbirim olmadığı savunulmuştu. Bugün geldiğimiz noktada ise, fonetik inceleme yöntemlerinin dil çalışmalarında son derece yararlı olduğunu kabul etmekle birlikte, bir sesbirimin var olup olmadığına karar vermede son sözü söyleme hakkı olmadığını düşünüyoruz. Selen (1979: 85), /ğ/’nin ötümlü bir yumuşak damak ünsüzü olduğunu kabul etmekte, sesletim tarzını belirtmemekle birlikte, Uluslararası Fonetik Alfabe (UFA) karşılığı olarak [F] simgesini kullanması, bu sesi sürtünmeli olarak kabul ettiğini düşündürmektedir. Selen’e göre konuşma sırasında gerçekte böyle bir ses çıkmamakta, [ğ]’den önce gelen ünlü uzamaktadır. [ğ] aynı iki ünlü arasında ünlü uzamasına, farklı iki ünlü arasında ise “ünlü kayması” (ikili ünlü oluşumu)’na yol açar. Deny (1995: 24), /ğ/’nin sürtünmeli bir damak ünsüzü olduğunu, ancak İstanbul ağzında kaybolma noktasına geldiğini ve ünlü uzamasına yol açtığını belirtmiştir. Deny, Mehmet Akif KILIÇ – Mevlüt ERDEM 2815 ünlüden sonra gelen /g/’nin /ğ/’ye dönüştüğünü, bunun da ince sesli kelimelerde [y], kalın sesli kelimelerde [ğ] şeklinde telaffuz edildiğini belirtmiştir. Coşkun (2000), Türkiye Türkçesindeki [ğ] sesini spektrografik analiz yöntemiyle incelemiş, elde ettiği bulgular sonucunda bu sesin bir “harf” (sesbirim kastediliyor) olmadığına karar vermiştir. Özsoy (2004: 49), Türkçedeki ünsüzler arasında /ğ/’den hiç bahsetmemekte, ancak uzun ünlüler konusunda ’nin ünlüler üzerindeki uzatıcı etkisinden bahsetmektedir. /ğ/ ile ilgili farklı görüşleri ifade eden çalışma sayısı elbette çok daha fazladır. Burada zikredilen birkaç yayın bile konunun ne kadar tartışmalı olduğunu göstermeye yetmektedir. Çalışmamızın amacı, Türkçedeki bu tartışmalı ünsüzünün durumunu kısmen de olsa açıklığa kavuşturmaktır. (6)

Bu yazılanlardan anlaşılabileceği gibi Ğ damgasının anlamı konusunda bir düşünce-bilgi bulunmamaktadır. Damganın ünsüz olduğu bile tartışmalıdır dilbilimcilere göre. Ğ damgasının sesleri uzatma, yumuşatma özelliği belirtilmekte; yapısı incelenmektedir.

Sesbilimi açısından inceleme yer almaktadır çalışmada. Yazıda “ğ” ünsüzünün tartışmalı

olduğu açıkça belirtilmiş bu durumun ve açıklığa kavuşturulmasının amaçlandığı vurgulanmıştır. Kanımca yazıdan çıkarılabilecek kısa özet kabaca bu olmalı!

-Yine başka bir çalışmada “Ğ” damgasının yarı ünlü olduğu, üç değişik işlevi olduğu, üç farklı biçimde kullanıldığı, dikkatli konuşmada (bunu hiç anlayamadım açıkçası!) “Ğ” biçiminde seslendirildiği benzeri; kanımca mantığı da olmayan tırışka (değersiz) ve yüzeysel bilgiler verilmektedir. (3)

Epeyce yorulduk belki; o zaman az gülmeceyle dinlenmeye çalışalım. İşte böyle anlaşılamayan durumlar için çözüm: “yaşasın gülmece!”. Özenli konuşalım ama! Sabah kalktık ve kuru ağzımızın içi “boga” diyoruz ilk. Su içtik yumuşadı ağız boşluğumuz, özenli seslendiriyoruz bu kez “boğa” demekteyiz. Başımız dönüyor içkiliyiz, ayakta durmaktayürümekte zorlanıyoruz “boka” diyeceğiz bu kez! Son olarak nalburun önünden geçiyoruz “boya”! G >K>Ğ>Y ses dönüşümleri var ya; işte onlara örnek vermiş olduk (!) diye düşünmeyin sakın! Ulı Üngeş Tengri adına hepsi de gülmece!

– Latin harflerini kullanan birtakım uluslar bu alfabeyi kendi dillerine uydurmak amacıyla, “diyakritik” denilen birtakım işaretler (im) kullanırlar. Türk alfabesinde de bazı harfler diyakritik işaretler (*) almıştır. Ç, Ş, Ğ gibi. (7) Bakınız, sayfa 16

(*) C den bu im kullanılarak Ç, S den Ş, G den Ğ elde edilmiş! Harflerin altına ve üstüne eklenen bu imlere diyakritik im denilmektedir.

Özet olarak g>ğ> y dönüşümlerinin basit ses değişimleri olarak görüldüğü söylenmektedir. Makalelerden çıkarabildiğim bunlar. Topluca ve benzetme yapmak gerekirse, akademisyen dilbilimciler, kökeni ya da nedeni hiç düşünmemişler; böyle bir soru sormamışlar kendilerine! Gördüğüm bu, umarım yanılıyorum. Oysa bu çalışmada görülebileceği gibi durum açıktır; ses değişmeleri g> ğ dönüşümünün köken ilgisinden kaynaklanmaktadır!

Bu dönüşümler tekçe bu iki damgada değildir; G>K>Ğ>Y de de vardır.

Bu değişimler, üstelik nedenleri de açıklanmadan; basit ses değişimiyle açıklanamaz! Konu ses değişimiyle sınırlı değildir; Türkçenin derinliğinin yitirilmiş olmasıdır sorun. Bu ayrıntılar Türkçenin Hint Avrupa (!) kökenli olduğu öne sürülen dillerden üstünlüğünü, özgünlüğünü gösterir.

Uzatmadan özetleyelim yeniden. Örnek olarak eğer, R ve Z arasında da dönüşüm varsa, bu öne sürülüyorsa dilbilimciler tarafından, bu ses dönüşümlerinin nedeninin düşün

bilimi açısından tutarlı bir açıklaması olmalıdır; bu yapılamıyorsa da dil anlaşılmamış demektir görüşüme göre!

. Dilbilimciler sanki suyun üzerinde yüzenleri incelemekle yetiniyorlar. Benzetme yapılmak gerekirse, suyun derinlikleri, dibi, üstü (gökler), güneş; yokmuşçasına hiç düşünülmemiş! Bu Türkçemiz açısından çok önemli bir eksikliktir.

Bütün denilenler çerçevesinde düşünerek, Ğ damgası dil ve felsefe adlı çalışmamızdaki ok savı çerçevesinde ünlülerle birlikte değerlendirilmeli; nasıl anlamlara dönüştüğü incelenmelidir. Bakınız, http://www. dagarcikturkiye.com/dil-ve-felsefe-yd-2650.html

Görüşüme göre önemi anlaşılamamış, kökeni düşünülmemiş Ğ damgasının! Ancak Türkçede içinde bu ünsüzü bulunduran bini aşan sözcük bulunmaktadır. Konu g ve ğ damgaları arasındaki “diyakritik im” ilişkisi boyutlarını aşmaktadır. Konu, bütün olarak, açıklamaya çalışılan bağlamda düşünüldüğünde, umarım ki içinde “ğ” ünsüzünü barındıran binlerce sözcüğümüzün anlamı ve kökeni iyice derinlik kazanacaktır. Sözcüklerde “ğ” damgasının neden yer aldığı, yani işlevi de anlaşılmış olacaktır!

Yeniden vurgulayalım mı görüşümüzü? “Ğ” damgası çok önemli anlamları barındıran, ayrıca Türkçeye özgü, güzelliğini ve gücünü kanıtlayan bir damgadır.

→ Türk dilleri dışındaki diğer dillerde yoktur. Damga Latin (!) abecesinde yoktur; dil ve harf devrimi sırasında abecemize eklenmiştir.

*Latin (!) abecesi için özet bilgi:

– MÖ 500 de, A, B, C, D, E, F,  (gama), H, I, K, L, M, N, O, P, Q, R, S, T, V, X olmak üzere

(21) damgadır.

-MÖ 300 de Z ve Y eklenince sayı (23) olur.

-1928 yılında dil devrimi (1 Kasım 1928) çalışmaları sırasında Q ve X çıkarılır; Ç, Ğ, İ, J, Ö, Ş, U, Ü eklenir! “Günümüzde kullandığımız Latin (!) diye bilinen abecenin sekiz (8) damgası dil devrimi sırasında eklenmiş!” ← (6)

Onlar Latin (!) abecesinden çok önceki çağlarda kayalara kazınmış atalarımızca! Onlar Türk; hiç Latin (!) olmamışlar!

3-3 Ğ damgasının yorum bilim önerisi için “öğle” sözcüğünün incelenmesi

Önce sözcüğe az yakınlaşıp ısınalım mı? Bakalım Türk Dil Kurumu neler demiş sözcük için? TDK güncel Türkçe sözlükte Öğle: İsim, öğle vakti, gün ortası

Köken (etimoloji) için bakınız, https://www.etimolojiturkce.com/

Öğle, ETÜ (Eski Türkçe) öd, vakit, zaman, saat sözcüğünden +LAyu sonekiyle türetilmiştir. Moğolca karşılığı ÜDE (öğle). Bunu sevdim!

Tarihte en eski kayıt öyle “öğle vakti” (Divan-ı Lügat-it Türk 1070)

ÖĞLE sözcüğünü damgaları tek tek ele alarak izleri anlamaya çalışalım birlikte.

1-Ö sesi ya da fonemi (göstergesi)

Damganın O damgasıyla ilgili olduğu önerilmişti. Aynı zamanda güneşin biçimi olduğu

açıklanmıştı. O damgası için Bakınız, http://www.dagarcikturkiye.com/dil-felsefesine-girisyd- 2588.html ( 4 değerlendirmeler, ek açıklamalar)

Bildiğiniz gibi Türk kaya yazıtlarının düşünme yönü sağdan sola ve yukarıdan aşağıyadır. Güneşe baktığımızda görseldeki gibi bir koni görürüz ve buradan da Orhun damgalarından

“<” ya yani O ya ulaşılır! Bunu görseldeki gibi dik yerleştirdiğimizde “V” ye ulaşılır. Bu

aşamada güneşe baktığımızda; gördüğümüzde gözlerimiz devreye girer. Beynimiz devrededir artık. Ayrıca iki gözümüz vardır ve ışık düştüğünde gözümüze ortasında iki küçük parıltı da görürüz değil mi? O dan Ö ye geçmiş olduk böylece! Bu geçişlerin ve aşamaların iyice kavranması amacıyla görsel yardımıyla yeniden açıklamaya çalışalım.

Görsel 3- 3

göğe (güneşe) doğru görmek için bakıldığı için eklenmiş olmalı. Görmek için zaten güneş zorunludur ve görme eylemi beynimizde geçekleşir!

Bu damga Orhun abecesindeki “Ö” dür!

Bunun çemberli anlatımı da Latin (!) abecesindeki “Ö”.

Güneş yine karşımızda, Türkçeden ayrılmıyor!

göğe (güneşe) doğru görmek için bakıldığı için eklenmiş olmalı. Görmek için zaten güneş zorunludur ve görme eylemi beynimizde geçekleşir!

Bu damga Orhun abecesindeki “Ö” dür!

Bunun çemberli anlatımı da Latin (!) abecesindeki “Ö”.

göğe (güneşe) doğru görmek için bakıldığı için eklenmiş olmalı. Görmek için zaten güneş zorunludur ve görme eylemi beynimizde geçekleşir!

Bu damga Orhun abecesindeki “Ö” dür!

Bunun çemberli anlatımı da Latin (!) abecesindeki “Ö”.

Bütün bu denilenlerden sonra şunu dile getirsek çok mu uçmuş; sınırları zorlamış oluruz sizce? Görme, öğrenme sözcüklerimizdeki “Ö” damgası gözümüzü simgelemektedir ve bu da zorunlu olarak güneşle ilgilidir; işlevi güneş’ e bağlıdır!

Güneş yine karşımızda, Türkçeden ayrılmıyor sanki! 2-Ğ tamgası

Bu damga çalışmanın ana konusu olarak irdelenmişti. Özetlersek güneşin ışınlarının

yeryüzüne eğilerek gelmesini imgelemektedir. Dil felsefesine göre sözcüğe bu anlamı ve aynı doğrultuda türev anlamları kazandırmaktadır. (Öğle, Kağan, Oğlan, Düğün, Yağmur.)

3-L tamgası

Bu damgamız sol elimizi ayası kendimize dönük tutulduğunda “  ” şeklindedir. Sanırım bu damgamızdan Latin(!) L ye nasıl geçildiğini açıklamaya gerek bulunmamaktadır. Önceki çalışmalarda da değinilmişti ayrıca.

  • E tamgası

“L” tamgasıyla birlikte değerlendirilecek! Ayrıca üç parmağımızın arasındaki iki açıklık “E”; solda kalan baş ve işaret parmağımızın arasındaki açıklıkta “L” damgasıdır.

Şimdi sözcüğü yukarıdan aşağı yazalım ya da dizelim mi?

  • Ö Güneşe bakıp görüyoruz!
  • Ğ Işığı sol elimize soldan eğik geliyor mu?
  • “L” (elimiz) aşağıda ve ters konumda mı? Tamga da (  )ters düşünüldüğünde; yüz seksen derece yukarı döndüğünde sola ve yukarı eğik çizgi, tamgayı açıklarken kullandığımız 3-1.

1.a görselindeki (ortasındaki) sola ve aşağı devinimini mi (  ) göstermektedir yine?

  • “E” “elimiz” aşağıda ve ters konumda mı?

Ata dilimiz Türkçeyi yaratan öncüllerimiz dik olarak ve kuzeye dönük durduklarında, elleri de aşağıya sarkık biçimde, güneş ışığının sol elimize soldan eğik gelmeye başladığı zaman dilimi öğledir! Ne dersiniz? Bu çerçevede sözcük için denilenleri bir kez daha düşünüp yorumlamalı kanımca.

Ek bilgi:

Sözcüğün kökenini namaz vakitleriyle ilişkilendirenler için diyecek söz bulamıyorum! Ne yazık ki var böyle örnekler! Bu düşünüş (!)’e göre İslamdan önce öğle sözcüğü ve kavramı olmamalı değil mi? Bu durumda sıra zorunlu olarak: Sıfır (0) sabah namazıyla, bir (1) öğle namazıyla, iki (2) ikindi namazıyla ilgilidir; etimolojileri de bunlara bağımlıdır.

Umarım artık “öğle” sözcüğünün ne olduğu kavranabilir olmuştur! Yine ikindi sözcüğümüz de güneşin (K) ışıklarının yere (D) indiği (ND!) anlamındadır. (1*)

İkindi sözcüğü de “ikinci sözcüğünden türemiştir” benzeri açıklamalar var ne yazık ki! Çalışmaya göre ekinci- ikinci biçimindeki sözcükte zaman içinde c> d ses dönüşümü olmuş ve “ikindi” sözcüğüne ulaşılmış sonunda! (2*).

C ünsüzü D ye dönüşür mü ayrıca düşünmek ve araştırmak gerekiyor sanırım. T>D doğal gibi ama c>d için bilemiyorum! Bu arada sayı sırası bildiren sözcükten zaman sırasına geçiliyor! İlgi duyanlar Prof. Tuncer Gülensoy un etimoloji sözlüğünü inceleyebilirler. İstemeden de olsa değinmek durumunda kalındı. Ama yine “güneş” çıkacak karşımıza!

Bu karmaşa sayı sözcüğü “iki” nin kökeni ile çözülür. Öneri: İki sözcüğü güneşi düşünmekten; onun sayısından türemiş olmalıdır görüşüme göre. K güneştir! Türk sözcüğündeki “K” da yine güneştir. Şöyle: 1→ İ→ K ← İ ← 2! İnternetten Dukha

Türkü, küçük (kız) Nomaqın (*) ın annesiyle sayı saymasını izleyin! K ile değil, “g” ile ve “İ(gk)i” biçiminde seslendiriyor sayıyı!

(*) https://youtu.be/fjJ9A8kypDI

Artık ikindi sözcüğünü daha kolay anlayabiliriz! Görüldüğü gibi sözcüğün kökeninde ses değişimi bulunmamaktadır kanımca. Ya da ses değişimlerinin zorunlu nedenleri olmalıdır. Anlamını yine güneşten alan “iki” sözcüğü Türk damgası ND nin anlamının birleşmesiyle oluşan sözcük “ikindi”! Ya da kestirme anlatımla, 3-1.a görselinin ortasındaki görseli üç aşamalı olarak değerlendirebiliriz. İK + Kİ + ND (i) → ikindi

(1*) http://www.dagarcik turkiye.com/dilfelsefesinegirisyd2588.html, NT ve ND damgalarının kökeni)

(2*)https://www.facebook.com/TurkceninEtimolojisi/ 21 Nisan 2014

4- Sonuçlar –

Eğer dil felsefesi açısından, on bin, on beş bin yıl öncesindeki çağlardan gelen kaya yazıtlarındaki Türk damgalarının, ideogramlarının çözümlenmesinden başlayarak, bir damganın anlamı açıklanmış, yorumu verilmişse ve verilenler onay görmüşse; ya da yanlışlığı kanıtlanamamışsa, artık bu damgayla ilgili sözcükler tekçe Türkçeyi değil Hint Avrupa kökenli denilen dilleri de ilgilendirir. İndo European dilbilimciler de benzeri kanıtları ortaya koymalılar yapabiliyorlarsa! Eğer bu yapılamıyorsa, denilenlerden tamgaların Türklerden aşırıldıkları sonucu çıkar!

N, G, Ğ, K, L, U, O, Ö örnekleri düşünürse, Kağan>Kagan>King> König te olduğu gibi, uzunluk>Longus ilişkisi (*) de kaçınılmazdır. Uzunluk sözü için eksik olan, şimdilik “Z” Türk damgasının (zeta meta değil) açıklanmamış olmasıdır. Bu da yapıldığında artık “uzunluk sözcüğü ile longus arasındaki ilişki, nereden bakarsanız bakın ben buradayım dercesine; “kabak” gibi ortaya çıkacaktır! ( **)

Kabak sözcüğü Azerbaycan Türkçesinde çok kullanılır, olasıdır ki geçmişte Türkiyede yaşayan Türkler de belki aynı biçimde kullanıyordu; zamanla karşı sözcüğü öne çıkarak bu sözcüğün unutulmasına yol açmış olabilir.

(**) Bu “kabak gibi ortada” benzetmesini ilk kez çocukken; elli yıl kadar önce ağabeyimden duymuştum! Görmüyor musun? Baksana,”kabak” gibi ortada (duruyor) demişti! B (M) özne ya da nesnedir; ben ya da men! Bak sözcüğünde de ben ya da men (özne), A yönelmek, devinim yani eylem; K (kün, gün, güneş) ise tümleçtir! Birisine ya da nesneye bakarken, gözümüz güneşe ya da güneşin görünür kıldığı nesneye yönelmiyor mu? Bu düşünüşün sonunda işte (ka←b→ak!) sözcüğüne ulaşıyoruz sanırım!

A damgasını ne zaman işleyebiliriz bilemiyorum, ama uzunca bir süre beklemek zorunda. (*) bakınız, Polat Kaya net

-Latin (!) diye, adı kusurlu bilinen abeceden şimdiye dek G ve Ğ yi ayrıntılı işlemiş olduk. Diğerlerine de oldukça değindik ayrıca! Görüşüme göre Y damgası da Sülyek Karayüz yazıtındaki bir sözcükte kazınmış! Umarım önümüzdeki çalışmada bu damgaya “değiniriz”; onun da ayaklarını yere deydiririz! A dan Z ye damgaların tamamına yakını, Latin diye bilinen abecenin kökü ya da kaynağı olarak; ondan on-on beş bin yıl önce öncüllerimiz olan atalarımızca; Türkler tarafından kazınmış kayalara. Bu gerçeği önümüzdeki çalışmalarda gösterip kanıtlamayı sürdüreceğiz!

  • Özellikle arap abecesinin bırakılması nedeniyle, aradan 90 (doksan) yıl geçmiş olmasına karşın, günümüzde bile üzgün, kızgın, az süzgün, düş kırıklığı ve öfke içinde olan bazı grupların bu yöndeki eleştirileri asılsızdır! Dil ve abece devrimiyle Türkçe ve Türklük kazanmıştır tümüyle! Atamıza; Atatürk’e olan bitmeyen kinin asıl nedeni de budur!

Türklüğün yeniden dirilmesine ya da Arap-fars egemenliğinin yıkılmasına yol açan bu gelişmedir çünkü. Türkçenin gelişimine, yad sözcüklerden arınıp daha da temiz ve bağımsız bir dil olmasına engel olacak yönde; “Türkçe karşıtı” çabalar, günümüzde de gizli – açık sürdürülmektedir!

-Türk karşıtlarının karabasanı GDK gerçektir, doğrudur. Dilin kökeni için öne sürülen en son ve geçerli tek savdır. Diğerleri sorunu çözememişler, yetersizler. Sav olmaktan öteye geçememişler görüşüme göre. Atamızın bu savı kanıtlanacak, görev omuzlarımızda.

-G, Ğ ve diğer damgalar için dediklerimiz, kanımca şimdiden GDK nın doğruluğu konusunda somut bilgiler olarak onay görecektir zamanla. Güneş ilgisi her yönüyle çok belirgindir, açıkça görünür durumdadır; sizce de öyle değil mi?

-Ğ imcesinin Latin (!) abecesinde olmamasının sonucu, kaçınılmaz olarak, İndo European denilen dillerde, bu işlevin “g” gibi başka tamgalarla sağlanmasını zorunlu kılar kanımca. Belki de bu ayrımdan yoksun kalınmış, inceliğe akıl erdirememişlerdir! Özgün olan, ata dil Türkçe çünkü! Ğ Türklere özgü bir damga ve sestir. Türkçenin gücü ve derinliği için somut bir veridir bu kanımca! Ğ imcesinin dilbilimi açısından fonem (ses) olup olmadığı ve diğer görüşler görüşüme göre değersizdir.

Görüldüğü gibi Ğ damgamız dil açısından zorunluluk gibi duruyor!

“Nazal N” (Ñ) görüşüme göre Türk damgası NG değildir. Dilbilimcilerin bu görüşüne katılmıyorum! N zaten nazal ses; kısa sürede seslendiriyoruz bunu! G gırtlak sesi, Ğ ise boğazımızdan sanki! NG deki g gırtlak “g” si olmalı. K’ nın öncülüdür bu sesimiz! (*)

(*) (Bakınız, http://www. Dagarcik turkiye.com/muhsin-durlu-gudul-turk-kaya-yazitlari- vegizemleri-yd-2360.html, http://www.dagarcikturkiye.com/gok-girsin-kizil-ciksin- yd2541.html)

  • İşlediğimiz Ğ damgasının kökeni nedeniyle sesler değişiyor. Sesleri yumuşatma etkisi bu damganın kökeninden, kavranan süreçlerden kaynaklanıyor! Dilbilimci ve Türkolog namlı akademisyenlerimizin, köken, anlam, yorum konularına eğilmemiş olmalarını görmek, dilimiz Türkçe açısından çok üzücü ve düşündürücü!
  • Türkçe görüldüğü gibi yaşamın içinden; doğadan doğmuş bir dildir! Arada başka etkinin (anagram) olmadığı kaynak dildir; ata dilidir. Açık kaynak dildir Türkçe! İndo European Arien denilen dillerde aynı özellik var mı bilemiyorum! Bizimkilerde de var diyebilirler tabi!
  • Türkler artık, Türk tamgalarının Arami, Soğdak, Fenike ve benzeri kökenlerden geldiği görüş (!) lerini unutmalılar. Bu sözler mantıktan yoksundur, dile getirenlerin de başka amaçları olabileceği; saptırma ve yanıltma olasılığı düşünülmeli!
  • Türkçe Güneş gibidir. Isıtır. Işıtır. Aydınlatır. Yaşatır! Yaşamın kendisidir Türkçe! Güneş gibi ulaştığı her konuyu bilinmezlikten de kurtarır Türkçe. Gizemleri, mitleri, anlaşılamayan sözcüklerin kökenlerini çözer Türkçe!

Kim demiş ki Türkçe ile felsefe yapılamaz diye? Kim onlar bilmiyorum; ama çok kolay ve zevkli olduğunu söylemeliyim kendi adıma! Özenci olmakta olağanüstü güzel, sınırsızca özgürsünüz düşünürken; eğer kendinizde engel yoksa! Yaşasın ana ve ata dilimiz Türkçe!

Türklükle; sevgiyle, aydınlıkla kalın. O ya da Gün (eş) ısıtsın; aydınlatsın hepimizi!

Not: Yukarıdaki yazının telif hakkı T.C. 5836 Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre yazarına aittir. Tümüyle iktibas edilemez ve kısmen atıfta bulunup, kaynakça belirtilmeden alıntı yapılamaz.

Muhsin DURLU, Haziran 2019, Bursa

Kaynakçalar:

(3) https://www.researchgate.net/profile/Sueer_Eker

30 Tem 2017 – Dizgi – Baskı – Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Mart 1998. ••. ATATURK VE HARF. M. DEVRİMİ. ŞAKİR ÜLKÜTAŞIR.

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir